Mezarlık nefes nefese ve çığlıklarla doldu. İnsanlar geriye doğru sendeledi, yüzlerinde şok ve inanmazlık karışımı bir ifade vardı. Korkunç bir şey görmeyi beklediğim için içeriye bakmakta tereddüt ettim ama merak ve korkunun çekimi çok güçlüydü. Yaklaşıp kırık tabuta baktım. Kocamın yerine bir yabancı yatıyordu; kocamın en güzel takımını giymiş, tanımadığım bir adam. Saçları daha koyu, yüzü daha zayıf ve yüz hatları daha keskindi. Bu gerçeği anladığımda kalbim hızla çarpıyordu. Bu benim kocam değildi; bu bir sahtekârdı. Kalabalık da tabuta bakarken inanmazlık mırıltısı yayıldı. Kafa karışıklığı ve spekülasyon fısıltıları havayı doldurdu. Bu nasıl olmuştu? Kocam neredeydi? Sorular etrafımda dönüyordu, cevapları neredeyse ulaşamayacağım kadar uzaktaydı. Artık sakinleşmiş olan Astoria, görevi tamamlanmış gibi görünerek tabutun yanında duruyordu. Büyük, duygulu gözleri benimkilerle buluştu ve bir anlığına aramızda bir anlayış oluştuğunu hissettim. Biliyordu, bir şekilde biliyordu. Kocamla olan bağı mezarı aşmış, onu gerçeği ortaya çıkarmaya yönlendirmişti. Düzeni sağlamaya çalışan görevli, şimdi bana bakıyor, bir rehberlik bekliyordu. Derin bir nefes aldım, beni tüketmekle tehdit eden duygu seline hakim olmaya çalışıyordum. “Onu bulmalıyız,” dedim, sesim… Bir zamanlar yas tutanlardan oluşan kalabalık, gizemin etkisiyle kolektif bir güce dönüştü. Telefonlar açıldı, yetkililerle iletişime geçildi ve planlar hızla uygulamaya konuldu. Yasla başlayan gün, gerçek ve adalet arayışına dönüşmüştü. İnsanlar ipuçlarını takip edip bilgi toplamak için dağılırken, ben parçalanmış tabutun başında kaldım, Astoria ise yanımda dimdik duruyordu. Birlikte, son bir veda olması gereken şeyin kırık kalıntılarına baktık. Ama bugün veda olmayacaktı; sadece gerçeği ortaya çıkarıp kocamı, nerede olursa olsun, bulma umudumuz vardı.